Cinsel İlişkinin Yazımının İmkansızlığı ve İkameleri
Freud, Çocukların cinsel kuramları üzerine metninde «Eğer kendimizi bedensel var oluşumuzdan sıyırabilsek ve bu dünyanın işlerini saf düşüncenin başladığı bir gözle; örneğin başka bir gezegenden görebilseydik başka bakımlardan bu denli benzeşen insanlarda aralarındaki farkı bu denli açık dış belirtilerle vurgulayan iki cinsiyet bulunması kadar hiçbir şey dikkatimizi çekmezdi 1» diye belirtmektedir. Başka bir deyişle, konuşan varlıklar ve dünyalılar olarak bizim için, dünya kadınlar ve erkeklerden oluşur. Varlıkların bu çarpıcı niteliği, bu uzaylılar tarafından dahi gözlenebilen bariz anatomik farklılıklar ilk etapta ruhsal cinsel kimliğin inşasının konusu değildir.
Freud'un varlığımızın çarpıcı niteliğini vurgulamak için bir uzaylının bakışından söz etmesi gibi Lacan, « iki cinsiyetin varlıkları2»nın içinde bulunduğu « cinsel tekneden » söz eder. F. Haccoun, « cinsel tekne » ifadesini daha iyi anlamak için Nuh'un gemisi hikayesini hatırlatır. Bu hikayeye göre, Nuh'un gemisi, Nuh'u, ailesini ve Nuh tufanı tehdidi altında olan tüm hayvan türlerini korumak için Tanrı'nın emriyle oluşturulan bir gemidir. Bu nedenle, gemide her türün biri dişi ve biri erkek olmak üzere iki temsilcisi bulunmaktadır. Sonuç olarak, gemi uzun bir yolculuk sonunda Ağrı Dağında karaya oturur. Haccoun, insan ve hayvan türlerinin korunması için bir tekneye binmenin yeterli olabileceğine dayanan inanışın naifliğine dikkat çeker 3.
Hiçbir türün eksik olmadığı, canlı varlıkların her birinin kadın-erkek (ya da dişi-erkek) temsilcilerinden oluşan bir gemiyle yola çıkılarak bütün türlerin kurtarılması ve yapılanması denemesinin başarısızlıkla sonuçlanmasının nedeni nedir? Başka bir şekilde dile getirirsek, bu bu mitolojik hikayedeki aksama neyi sembolize eder? Lacan ve Freud'un kuramından yola çıkarak bu soruya şu şekilde cevap verebiliriz : iki cinsiyetin var olması, onların başka birinin gelip onları tamamlamasına dair sahip oldukları düşlemlerine rağmen aralarında tamamlayıcı bir mantığın kurulmasına, izin vermez. Bu noktada tamamlayıcı mantıkla ne demek istediğimizi belirtmek adına şunu not etmek gerekir : Burada söz konusu olan sadece bir kadın-erkek ilişkisi değildir. Çift kadın-kadın, erkek-erkek ya da benzeri bir çok kombinasyondan da oluşabilir. Sözü geçen durum düşlenilen ''öteki yarısını bulup tamamlanma, eksiksiz olma'' durumunun gerçekleşmeyeceğidir.
Bu mitolojideki aksama ile ele alınan bir diğer nokta ise öznenin tüm boyutlarında (ruhsal, sosyal ve kültürel) cinselleşmesinin yapılanması, bir yumurta ve spermin birleşmesi ile oluşan, anatomiyi ve bireyin cinsiyetini belirleyen biyolojik cinsiyetin yapılanışından farklı olduğudur. Bununla birlikte varlığın biyolojisinin değerli bir yeri olduğunun da altını çizebiliriz, çünkü bu doğrudan doğruya var olmaya izin verendir yani bu iki hücrenin birleşmesi olmadan da insanın olması, doğması mümkün değildir. Burada Freud'un «Anatomi kaderdir (l'Anatomie c'est le destin)» ünlü sözü hatırlatılmadan geçilemez. «Anatomi (Anatomie)» kelimesi Latince'den ödünç alınmış, ana ve kopuşu belirten tomi (tomie) son ekinden türetilmiş bir kelimedir*. Bu nedenle Lacan, Freud'un formülasyonunu farklı bir yerden okur: «Kopuş kaderdir (la Tomie est le destin)». Kopuş (Tomie) bu sefer bize kastrasyonu anımsatır. Bizim dilimizin bir zenginliği ise belki de ''l'ana tomie est le destin'' yani anadan, anneden kopuş kaderdir demek olacaktır. Ki bu topolojik olarak her bakıma doğrudur. Gerçek düzlemde bebeğin annesi ile olan göbek bağının kesilmesi kaderidir, bundan başka bir seçenek canlı kalmak söz konusu olduğunda yoktur. Simgesel düzlemde Annesel zevkin bastırılması ile bilinçdışının öznesi doğar ve bu öznenin dille yükselmesidir. İmgesel bir düzlemde ise bu aşk nesneleri ile olan ilişkisini düzenler.
Başka bir deyişle, cinselleşmenin psikanalitik kuramı, analitik çalışmanın merkezinde bulunan söz alanındaki ve dildeki çalışma üzerinde temellenmiştir. Bu çalışma aracılığıyla, ruhsallığın ve psikanalitik kuramın fallosantrizmini tespit ederiz. Freud «cinsel yaşama erkeksi-kadınsı kutupluluğun hakim olduğunu» belirtir. Böylece genital organın önceliği değil yokluğun göstereni olan fallusun önceliği ortaya çıkar: « Bu, her iki cinste de yalnızca bir cinsel organın, erkeğinkinin, hesaba katılması olgusundan ibarettir. Dolayısıyla var olan cinsel organların üstünlüğü değil fallusun üstünlüğüdür4». Demek oluyor ki, öznenin bilinçdışında her cinsiyet için bir gösteren bulunmaz; daha açık bir şekilde söylemek gerekirse, iki cinsiyet bilinçdışında birbirini tamamlayabilecek olan penis-vajina ikilisinden meydana gelmez. Aksine falluse dair alınan, alınabilen bilinçdışı konumlara işaret eder. Fallus gösterenine değinecek olursak iki farklı konumdan bahsedebiliriz: Bir özne ona sahip olabilir (bu durumda fallik ya da kastre edilmiş olabilir) ya da o olabilir. Bu konumlar bireyin anatomik olarak belirlenilen cinsel organlarına bağlı değildir. Daha açık bir şekilde dile getirmek gerekirse bir kadın da fallik olabileceği gibi erkek de kastre edilmiş olabilir (ya da tam tersi düşünülebilir.) Aslında gördüğümüz gibi iki cinsiyet tek bir gösterenin çevresinde meydana
gelir. Ama bu aynı konumda oldukları anlamına gelmez. Lacan ve Freud kadın ve erkek için farklı cinselleşme kuramları öne sürerler.
Erkeklik sorusu mütemadiyen kastrasyon, kastrasyon kaygısı ve fallik zevk ile bağ içerisindedir. Adam, ona atanmış bir gösterenin varlığından ötürü mantıki bir küme olarak tanımlanabilir. Diğer bir deyişle erkeksi tamamen fallik zevke yazılandır. Oysa kadınsı, tam anlamıyla oraya yazılmaz. Bu ayırıcı özellik cinsel varlıkların arzu, kastrasyon ve zevkle (jouissance) olan ilişkisini belirler. Freud, kadınsı cinsiyetin öznenin bilinçdışında erkeksi cinsiyetle ilişkili olarak yokluk gibi, kopuş gibi tasarlandığını keşfeder. Başka bir şekilde söylemek gerekirse Lacan, kuramının çok erken tarihinden itibaren fallus göstereninin kadında dengi olmadığını ortaya koyar. Kadın bir gösterenin varlığıyla değil ama fallusun yokluğu ile tanımlanır. Lacan, Freud'un keşfini yeniden ele alır ve «kadını» belirtebilecek gösterenin yokluğu ile kadınsının konumunun üzerine gider: Bu noktadan yola çıkarak «kadın yoktur (la femme n'existe pas)» açıklamasını yapar. Kadınsıyı belirleyen mantıki bir küme oluşturabilecek gösterenin yokluğu, her kadını kendi kadınsılığını oluşturma sürecinde belirli seçimlerle karşı karşıya bırakır. Kadınsı konumu belirleyen dilin Öteki'sindeki bir eksik değil - bir deliktir. Bu adamın aksine kadının evrensel olarak tanımlanmasının imkansızlığı olarak düşünülebilir. Aynı erkek gibi kadın da fallik zevktedir ama kadınsı zevk fallik zevke indirgenemez: F. Faraci «Büyük Öteki'deki bu delik, cevapsız bu nokta, onu, fallik özelliklerine daha güçlü bir şekilde yatırım yapmaya götürebilir 5» diye belirtir. Bu gösterenleşmeden kaçmış Öteki'nin zevki, kadınsı zevk olarak adlandırılan ek bir zevk de kadında vardır. Bu kadınsının mistik niteliğini belirtir ve aynı zamanda bu Freud'un «kara kıta» açıklamasıyla belirttiğidir. Cinsellik üzerine çalıştığımızda, Öteki'deki delikten dolayı, analiz edilemeyen (sözle anlatılamadığı için) cinselliğin varlığı hipotezi doğar.
Farklı bir ifadeyle, konuşan varlık olan bizler için cinsellik, dilin ve zevkin (çoğu zaman bu temsiliyetten kaçan zevkin) bir parçasıdır. Öteki, gösterenlerin hazinesidir ve delikli bir yapıdadır. Bu da her şeyi söylemenin yetersizliği ve imkansızlığını açıklar. Bu imkansızlık gösteren zincirindeki deliği kurar. Zevk, Öteki'deki bu delikte doğar. Bu anlamda fallus ne penien organa ne de klitorise indirgenemez. Fallus, eksikliği simgeselleştiren gösterendir. Daha önce de ele aldığımız gibi kadınsı ve fallik zevk bir çift oluşturmaz. H. Castanet «cinsel zevk Bir'in (Un) mantığını açığa çıkarmaz ve adamı (homme) eşiyle bir-leştirmez. (Unir)6» diye belirtir. «Cinsel ilişki yoktur (Il n'y a pas de rapport sexuel)» cümlesi, cinselleşme ve dil üzerine yapılan bu uzun çalışmanın meyvesidir. 12 Mayıs 1972'de bir kez daha dil sorusunu cinsellik problemin merkezine koyarak Lacan, eğer konuşan varlıklarda cinsellik farklı şekilde işleseydi ve dilin etkisinde engellenmeseydi, insanlarda da cinsel ilişkinin diğer
hayvan türlerindeki gibi işleyebileceğini beyan etti7. Yani eğer dil olmasıydı, belki de ''cinsel ikişki yoktur'' demezdi.
''Cinsel ilişki yoktur'' cümlesi, yani cinsel ilişkinin yazılımının imkansızlığı, ikincil olarak konuşan varlıklar için cinsiyet ve beden üzerindeki önceden tespit edilmiş bilginin eksikliğini de ifade eder. Çok yalın bir şekilde söylemek gerekirse hayvan türlerinin bir çoğuna bakacak olursak, misal bir pengueni ele alalım : penguen yılın hangi döneminde, nasıl bir birliktelik yaşayacağını, nerede yaşayacağını, nasıl o yumurtaya bakacağını, vb. biliyordur. Oysa ki insan -kadın ya da erkek farketmeksizin- bu bilgiye içgüdüsel olarak sahip değildir. Konuşan varlıklar için cinsellik içgüdü alanının konusu değildir. Her birey için, kendi bedeniyle ya da Öteki'nin bedeniyle yaşadığı karşılaşmalar, kendi zevk ve cinselliğine dair adım adım geliştirdiği bilgiyi oluşturur.
Bir aşk yaşamı ve bir cinsel kimlik inşası için öznenin geliştirdiği ikameler hakkında F. Haccoun, herkes « özel teknesinde » yalnızdır ve orada « eşiyle karşılaşması, aşk karmaşalarıyla, arzunun kurnazlıklarıyla ve cinsiyetin çıkmazlarıyla uğraşması için kendi semptomatik yapılanışını kurar » diye belirtir8. Başka bir deyişle insanlar için cinsellik, içgüdüsel (instinctuel) olanın değil ama dilin alanındadır. Cinsel ilişkinin yokluğu karşılaşmalara izin verendir. Böylece ilişkinin yazımının imkansızlığını ele almakla birlikte imkansızlığın olanaklı kıldığına geçeriz: Yani karşılaşmaya. O halde Lacan, ilişkiyi, tamamlanma düşlemini imkansızın tarafına ve karşılaşmayı da olağanın tarafına koyar4.
Nevroz vakalarında, cinsel ilişkinin yokluğunun ikamelerinden biri aşktır. Hayali kurulan, bir çok mitolojide ve romanda da geçen ''öteki yarısını bulup tamamlanma düşleminin'' ıskalandığını klinikte danışanlardan bol bol dinleriz. Onlar buna tanıklık etse dahi, sıradan bir birey, aşk hikayeleri etrafında sosyal bağ oluşturabilir. Bir ilişki içerisinde öteki onu tamamlamasa, öteki yarısı olmasa dahi bu eksiklikle aşk vasıyasıyla başedebilir. Nasıl ki nevrotik bir bireyin eksiklikle aşk yoluyla baş ettiğini ele aldık, aynı şekilde eksikliğin o aşkı mümkün kılan olduğunu da belirtebiliriz. Aynen değerli şairimiz Metin Altıok'un Mekik şiirinde yazdığı gibi ; ''Şimdi aşk kaçmış bir ilmektir gövdenin örgüsünde Uykusuz bir gecenin çitlerine takılan.'' .
Notlar :
1. Freud, S. (1908), "Çocukların cinsel kuramları üzerine", Cinsellik Üzerine içinde, Payel Yayınları, 2011, s.177. 2. Lacan, J. (1971-72), Le Séminaire Livre XIX, ... ou pire, Seuil Yayınları, 2011, s.19.
3. Haccoun, F., Le bateau sexuel, sur quelques choix contemporains de jouissance, Lussaud Yayınları, 2013, s.17.
kombinasyondan da oluşabilir. Sözü geçen durum düşlenilen ''öteki yarısını bulup tamamlanma, eksiksiz olma'' durumunun gerçekleşmeyeceğidir.
4. Lacan imkansızı "yazılması durmayan", olağanı ise "yazılması duran" olarak tanımlar.
Kaynakça
Castanet, H., Comprendre Lacan, Max Milo Yayınları, s.94. Freud, S. (1908), "Çocukların cinsel kuramları üzerine", Cinsellik Üzerine içinde, Payel Yayınları, 2011, s.177. Freud, S. (1923), "Çocuksu cinsel organ örgütlenmesi", Cinsellik Üzerine içinde, Payel Yayınları, 2011, s.295. Faracı, F., "Image du corps féminin: culture et sexuation", Pr. Jean-Jacques Rassial yönt. doktora tezi, Université d'Aix-Marseille / Kognisyon, Dil ve Eğitim Doktora Okulu (Aix-en- Provence), s.195. Haccoun, F., Le bateau sexuel, sur quelques choix contemporains de jouissance, Lussaud Yayınları, 2013, s.17.
Lacan, J. (1971-72), Le Séminaire Livre XIX, ... ou pire, Seuil Yayınları, 2011, s.19. Lacan, J., "Discours à l'Université de Milan le 12 Mai 1972" Lacan in italia, 1953-1978.