Maro Michalakakos’un Eserlerinde Bakış, Kimlik ve Kadınsılık
“Bakış kördür” Jacques Lacan
Maro Michalakakos’un Galeri Nev İstanbul‘da sergilenen kimi eserlerinde görebileceğimiz, kendisinin geliştirdiği özel bir tekniği vardır. Kadifeyi neşter gibi ameliyat malzemeleriyle kazıyarak kumaşın üzerinde bir imaj yaratır. Ortaya çıkan eserini, sergisinin kurgulandığı mekanın mimari yapısını ve tarihini gözeterek yerleştirir. Bu vasıtayla mekana girdiğimizde aşina olduğumuz halinden farklılaşmış bir mekanla ya da beklenenin dışında bir ortamla karşılaşırız.
Örneğin, Arzu ve Güzelliğin Altın Hapishanesi adlı esere baktığımızda, bir binanın pencerelerine kadife kazıma tekniğiyle yapılmış eserler yerleştirmiştir ve sergi mekanının ortasında uyuyan güzelin yatağı bulunmaktadır.
Pencere önüne yerleştirilmiş eserlerde kumaşın kazınmış yerlerinden ışık girer ve yapılan resim, doğal ışık sahnesinde görünür olur. Bir evin pencerelerinden içeri hava ve ışık haricinde, komşuların, yani dışardakilerin, bakışı da girebilir. Bu sebeptendir ki, çocuklar kapıyı ağız, pencereleri ise göz gibi çizerler! Pencereler duvarların aksine görüntü geçirgendirler, evi hassas ve bakışa açık kılarlar. Bu bağlamda, camlara göz ve bakan insan tablolarının yerleştirildiği odaya girdiğimizde, dışardan gelen bakışın konumu eserlerle vurgulanmış ve yeniden inşaa edilmiş olur. Odanın duygusal ortamı bize göz dağı veriyor gibidir.
Kırmızı halı isimli başka bir eserde halının üzerine yeri kazıyor gibi gözüken eller resmedilmiş ve bu eser, Château de Pierrefonds’un şömine boşluğundan aşağı sarkar şekilde yerleştirilmiştir. Genel sahneye baktığımızda, şömine bir ağzı, halı ise bir dili anımsatır. Sanki, bu tarihi şatoda mekanın ortasındaki bu ağız ve dil mekanın tarihini dile getirir.
Sanatçı, kimi zaman Atina’da bulunan Ileana Tounta Çağdaş Sanat Merkezi’ndeki “I would prefer not to” başlıklı sergiden Happy days adlı eserinde görebileceğimiz gibi, kazıdığı kumaş parçalarını alır ve mekanın bütünlüğünde bölünme yaratan, binanın yapısını desteklemek haricinde sergilere dair bir işlevi olmayan sütunların üzerini bu kalıntılarla kaplar. Bu vesileyle, kolonlara bir işlev ve sanatsal bir değer kazandırır, onları dönüştürür.
Gördüğümüz gibi, eserlerin mekanda yerleşimi hiçbir zaman naif ve anlamsız değildir. Aksine, mekanın tarihini ifade ediyor gibidir ve seyirciyi düşünmeye iter. Peki Maro Michalakos, eserleri ve yerleştirmeleri ile bize ne düşündürür ve hissettirir?
Bu soruya cevap verebilmek için belki de sanatçının çizdiği düşünceli figüre bakarak başlamalıyız. Michalakos, başını ellerinin içine yerleştirmiş düşünen bir insan figürüne ve ne gördüğünü kestiremediğimiz çökkün gözlere Gelecek Geçirmez ismini vermiştir. Bu çarpıcı bir başlıktır. Sanatçı, “Algı Kapıları” sergisindeki bu eseri, ilk olarak 12. yüzyılda bir hapishane olan ve sonrasında sergi alanına dönüştürülen Château de Adhémar‘ın pencerelerinde sergilenmiştir. Bu eserin şatodaki sunumu, bize rönesans ve psikiyatrideki hümanizm hareketi öncesinde zindanlara kapatılan kişilerin yaşamını ve hayata bakışını düşündürür. Bu zindanlar, akıl hastaları, otorite karşıtları ve suçluların birbirlerinden hiçbir farkı yokmuşçasına kapatılıp, zincirlere vurulduğu, bir kez girildiğinde bir daha çıkışı olmayan, ölüme kadar geleceğin yok sayıldığı mekanlardır. Günümüzde bir sergi alanı olsa dahi, eserin bu mekanda, bu isimle yer alması anlamlıdır ve mekanın bilinçdışını, tarihini okunur kılar.
Onlarca kişi, o şatodan çıkıp bir daha hiçbir zaman gökyüzünün mavisinin altında özgürce koşamamış, sarı bir çiçeği sevememiş, ailesinin sıcaklığını hissedip, zor günlerinde yanında olamamıştır. Belki de bir sanatçı oraya kapatılmış ve aynen Montfavet’deki Camille Claudel gibi bir daha asla çamura dokunamamıştır.
Michalakakos’un da sevdiğini belirttiği değerli şairimiz Nazım Hikmet’in dediği gibi o binalara içeri düştüklerinden beri “Yeni meydanlar açılmış[tır] uzaktaki şeh[irlerin] de...Ve [onların] hane halkı, bilmedi[kleri] bir sokakta, görmedi[kleri] bi evde oturuyor[dur]”1 artık...
Tarihsel bir örnekten hatırlattığı üzere, zindandaki insanların dışardaki yaşama bakışının yanısıra, Michalakos’un bu eseri bizi bakışın konumunu sorgulamaya iter. Gelecek geçirmez olan sadece 12. yüzyılda oraya kapatılanlar için o zindan değildir! Aynı zamanda bakışın ta kendisidir! Bu, ünlü düşünür ve psikanalist Jacques Lacan’ın “bakış kördür”2 ifadesine takiben, “ses de sağır’’ diye eklemesini hatırlatır. Tabii bu durumda bakışı neyin körelttiğini, ya da gözün bu körlük halinde ne gördüğünü sorabiliriz. Sanatçı belki bu ifadeden haberdar olarak, belki de bir psikanalistin divanında kendisiyle ve psikanalizdeki her birey gibi kendi bakışının sınırlılığı ile yüzleşip bu ifadeyi analizi aracılığıyla keşfetmiştir. Sanatçının, kişinin kendine bakışı ve ötekilerin kendisine bakışının her birimizde uyandırdığı onlarca soruya bu eseriyle bir cevap verdiği düşünülebilir: bakış “gelecek geçirmezdir’’.
Michalakakos’un eserlerine bakarken biz de “ben kimim, ne görüyorum, nerede duruyorum ve durduğum yerde ben yokken ne vardı?” sorularıyla baş başa kalırız. Eserleri farklı mekanlar, nesneler ve hikayeler etrafında bu sorunun peşinden gidiyor, ya da bizi bu sorularla karşı karşıya bırakıyor gibidir.
Aynı doğrultuda okuyabileceğimiz bir başka eser, Eye,I (Göz, Ben) diye adlandırdığı, üzerine kendisinin geliştirdiği teknikle gözlerin kazındığı bir psikanalist divanıdır. Bu eserini ele alırken psikanalist divanının fransızca adı olan “meridiénne”e, yani bir mekanın dünyadaki konumunu belirlemeye yarayan paralel ve meridyenlere de gönderme yapmıştır. Bildiğimiz gibi, psikanalistler divanın arkasında oturarak analizanlarına kendilerinin bakışından kopma ve özgürce akıllarına geleni söyleme imkanını verirler.
Tam da bireyin kendisini gözden geçireceği, dile getireceği, analistinin ve tüm ötekilerin bakışından mesafe alacağı divanda yatarken beliren göz ve bakış kimindir? “Arzu ve güzelliğin altın hapishanesi”nden kaçmaya yarayabilir mi? Bu eser bu soruları anlamlandırmamıza yardım edecektir: gözün (eye) gördüğü ilk anda kendisinin sesteşi ile örtülü ve örülü (I) iken, bundan bağımsız olarak geleceği öngörmek, inşaa etmek zor ve hatta imkansızdır. Bu bağlamda birçok soru doğar: zaman nedir, bir psikanalist divanı ve bir sanat eseri ne işe yarar? Meridyen ve parelellere gönderme yaptığı bu divan şunu düşündürtür: belki de sanatçı ve her birey için sanat, ve her analizan3 için psikanaliz, kendisinin dünyadaki konumunu belirlerken yeni bir bakışın, içgörünün ve yeni düşlemlerin doğduğu bir yer olabilir. Ve tam olarak da böyle olmalıdır. Belki de sanatçı, bu cevabı vermemize önayak olur.
Ne kadar güzel ve çekici gözükürse gözüksün, özne, uyuyan güzelin prensini beklediği altın yatağından, kendi arzusunu dile getirdiği ve arzusunun arkasında durduğu konuma geçmelidir. Bir diğer deyişle, uyuyan güzelin bakışlarla çevrili yatağından, psikanalistin divanına ve buradan da bir arzu nesnesi olmaktan, arzulayan özne olmaya giden uzun bir yolu vardır. Bu bağlamda Michalakakos’un eserleri kültürün ekranlardan bize yansıyan görsellik üzerine kurulu olduğu 21. Yüzyılda, kadının aldığı değişik konumların sanatsal bir araştırması olarak okunabilir mi? Başka bir deyişle 21. yüzyılda kadın olmak ve aşık olmak ne demektir?
Her şanslı birey için yaşamı var eden aşk ve cinselliktir, sonunu hazırlayansa ölüm. Aşk ve cinsellik, yaşam ve ölüm arasında bu yüzyılda nerede ve nasıl konumlanıyor? Michalakakos’un sulu boyayla yaptığı güzel ama ölüme mahkum hayvan resimleri, uyuyan güzelin yatağını “Arzu ve güzelliğin altın hapishanesi” diye adlandırması tam da güncel olan selfiler, photoşoplanmış güzellikler arasında hapsolmuş arzu nesnesi konumundaki kadının aşkına dair ne söyler?
Michalakakos kadifeyi kazıdığı tekniğinin yanısıra, hayvanları masalsı ve çekici şekilde temsil ettiği Parallel Universe adlı sulu boya resimleriyle de bilinir. Galeri Nev İstanbul’da gerçekleşen Algı Kapıları adlı sergisi için yaptığı Tepe Taklak (Head Over Heels) adlı tablosu, bu serideki diğer sulu boya eserleri gibi ilk bakışta estetik bir kompozisyon içindedir. Esere dikkatli baktığımızda ise, yine bir imkansızlık ve ölüm kavramıyla karşılaşırız. Birbirine çok benzeyen, birbirinin yansıması gibi duran ve hatta birbirini tamamlıyor olabileceğini düşündüğümüz bu kuşlar, aslında iç içe geçemeyecekleri bir noktadan birbirlerine girmişlerdir. Olayın vahşeti, desenin güzelliği altında kapatılıyor olmakla beraber bize Narcisse mitini4 ve Narcisse’in hazin sonunu düşündürmektedir: her kim ki kendi imajına aşık olur, -güzel ya da çirkin fark etmeksizin- orada boğulur!
Michalakakos’un eseriyle mekanlarda yarattığı duygu, kişiyi aynen divanda psikanalistinin bakışından kopuk ve sessizliğinin altında olduğu gibi hissettirir. Sergiyi ziyaret eden zindanda değildir, güvendedir. Aynen analizde olanın kendisi için travmatik olanı anlatıyor olduğu ve yeniden yaşamıyor olduğu gibi! Fakat sanatçı, mekanda eserleriyle geçmişi günümüze çağırır ve okunur kılar. Aynen psikanalistin sessizliğinde, kişinin kendi anılarının gözünde canlanması gibi, Michalakakos’un eserlerine bakan kişi, sergi salonunda, yani güvende olduğu bir yerde, kendi düşlemiyle, mekanın tarihi ve öyküsüyle, ya da kimi zaman kendini ya da mekanı işgal eden hayaletleri ve kabuslarıyla karşı karşıya kalmaya müsaittir. Dolayısıyla sanatçı, eseri ve onu mekanda yerleştirişiyle izleyeni güvende olduğu yerde tekinsizlik hissiyle bırakmaktadır. Kendine has tekniğiyle ürettiği göz figürleri ve portrelerden oluşan eserlerin bulunduğu ve mekanın ortasında uyuyan güzelin yatağının olduğu odaya girdiğimizi de, şömineden sarkan halının olduğu şatoda gezdiğimizi düşlediğimizde karşımıza bu çıkar: mekanın ve biz bakanların bilinçdışının sorgusu.
Bu bağlamda Michalakakos’un eseri hepimizin günlük hayatta bildiği divan, lavabo, yatak gibi nesnelerin ve masallardan ya da mitolojiden gelen karakterlerin dönüşümüyle bize kimi zaman bilinçli olarak, kimi zamansa, henüz farkında olmadan dahi kimlik, kadınsılık, aşk ve ölüm arasında “düşleyecek ve düşünecek materyal”5 vermektedir.
Dipnotlar
1. Nazım Hikmet, Ben içeri düştüğümden beri. Şiir cümlenin gidişi ile uyumlu olması adına parantez görünen yerlerde değiştirilmiştir. Aslı şu şekildedir: “Yeni meydanlar açılmış uzaktaki şehrimde, ben içeri düştüğümden beri...Ve bizim hane halkı, bilmediğim bir sokakta, görmediğim bi evde oturuyor.”
2. Lacan, Jacques. 11. Seminer: Psikanalizin dört temel kavramı.
3. Psikanaliz literatüründe psikanalizde olan kişiye verilen isim.
4. Narkissos, Yunan mitolojisinde bir kahramandır. Güzelliği ile tüm ormanda yaşayan canlıları büyüler ama onların kendisine duyduğu hayranlıkla hiç ilgilenmez. Gölde kendi imajını görür ve başkası olduğunu düşündüğü bu imaja aşık olur. Hikayenin sonunda göle düşer ve boğulur. Kendini sevmek ve tapmak anlamına gelen narsisizm kelimesi de buradan gelmektedir.
5. “Düşleyecek materyal” (Fransızcada Matiere à rever olarak geçer), aynı zamanda sanatçının 2016 yılında Chateau des Adhemar’da gerçekleştirdiği serginin başlığıdır.