Aşk karşılıklı mıdır?
James Joyce aşağıda bir örneğini paylaştığım Martha Fleischmann'a adresli mektubunda ” Bir insanın benim gibi duyguları varken ötekinde bunların bulunmaması olası mıdır?” diye sorar. Bu her karşılaşma sonrası özellikle ilişkinin en başlarında karşısındakini tanımazken aşıkları meşgul eden dokunaklı bir sorudur.
Biliyoruz ki psikanalist Jacques Lacan aşkın her zaman karşılıklı olduğunu öne sürmüştür. Fakat burada kast ettiği tabii ki bir kişinin bir diğerine aşık olduğunda sevdiğinin de kendisine aşık olduğu değildir. Bu her gerçekleştiğinde mucizevi bir durumdur... Lacan sadece öteki'nin, kendisinin ona dair duyduğu aşkta bir sorumluluğu olduğunu ve aşkının da ona dair bir bilgiyi içerdiğini dile getirmektedir.
Joyce klinikte sıklıkla karşılaştığımız kişi için her zaman bir sır olan seanslarda sıklıkla ''neden ben değil? ya da neden beni seviyor ki? ya da beni seviyor mu, şu an ne düşünüyor'' gibi sorgulamaların temelindeki hisleri Martha'ya incelikle yazmıştır.
Her birey için yeni bir karşılaşma tekrardan tüm libidinal ekonomisinin şekillendiği ve kaygıya müsait olan bir alandır. Fakat ilişkinin başında doğal olan bu süreç güvenli bir ilişkide olunmasına rağmen bazı ruhsal rahatsızlıklarda tüm ilişki süresince devam eder ve kendisini kıskançlık, sevilmediğinden ya da değer görmediğinden emin olma şeklinde ifade eder. Bu durumlarda bir psikoterapistle ya da psikanalistle çalışmak faydalı ve rahatlatıcı olacaktır.
Dr. Pınar Arslantürk
James Joyce'un Martha Fleischmann'a yazdığı mektup
''Demek ki kızmadın. Dün akşam senden bir işaret bekleyerek hummaya tutuldum. Niçin bana tek bir sözcük bile yazmak istemiyorsun? Neden kepenklerini hep kapalı tutuyorsun? Seni görmek istiyorum. Benim hakkımda ne düşündüğünü bilmiyorum. Sana söylemiş olduğum gibi, biz karşılaştık, konuştuk, ama sen beni unuttun. Sana bir şeyler söylememi istemez miydin? Sana ait ilk izlenimim şöyle; siyahlar giyinmiştin, sallanan tüyleriyle büyük bir şapkan vardı. Renk sana çok uymuştu. Ve düşündüm: Güzel bir hayvan. Çünkü çekiciliğinde içten ve utanmazca bir şey vardı. Sonra, seni seyrederken, yüz hatlarının yumuşaklığını ve düzgünlüğünü, gözlerinin tatlılığını fark ettim. Ve düşündüm: Dişi Yahudi. Eğer yanılıyorsam kırılma. İsa, insani varlığına bir Yahudi kadının rahminde kavuştu. Seni sık sık düşündüm ve sonra, pencerede seni tanıyınca, kendimi alıkoyamadığım bir türlü büyülenmeyle seni seyrettim. Bütün bunlara kayıtsız kalabilirsin belki de. Belki de sana aptalca görünebilirim. Senin yargını kabul ediyorum. Ama dün akşam bana bir işaret verdin ve kalbimi sevinç kapladı. Kaç yaşındasın bilmiyorum. Bana gelince, ben yaşlıyım. Belki çok uzun yaşadım. Otuz beşimdeyim. Shakespeare‘in esmer kadına elemli bağlılığının uyandığı yaşta. Dante‘nin, varlığının karanlığa girdiği yaşta. Bana neler oluyor bilmiyorum.
Bir insanın benim gibi duyguları varken ötekinde bunların bulunmaması olası mıdır? Ne demek istediğimi bilmiyorum. Seninle konuşmak isterdim. Kendime puslu bir akşam hayal ediyorum. Bekliyorum ve senin bana doğru geldiğini görüyorum, siyahlar içinde, genç, esrarlı ve kibar. Gözlerinin içine bakıyorum ve gözlerim sana diyor ki ben bu dünyada bir garip araştırmacıyım, kaderimden bir şey anladığım yok, ne de başkalarının kaderinden, yaşadım, günah işledim ve yarattım ve o gün gelince bırakıp gideceğim, ikimizi de doğuran karanlıktan hiçbir şey anlamadan. Belki, aynada kendine baktığında gövdenin gizini anlıyorsundur, gözlerindeki vahşi ışığın nereden geldiğini, saçının rengini? Dün akşam nasıl da inceydin, masada otururken, bir rüyada, sonra birden mektubu ışığa tuttun. Adın ne? Beni zaman zaman düşünüyor musun? Sana verdiğim adrese yaz. Bana Almanca da yazabilirsin. Çok iyi anlarım. Kendin hakkında bir şeyler söyle. Evet, yarın bana yaz. İyi olduğunu…'' James Joyce
Bu mektup http://sanatkaravani.com/bir-mektup-james-joyce/ sayfasından alıntıdır.