top of page

Günümüzde Büyük Öteki ve Simgesel Düzleme dair


Genç Papa adlı diziden Papa'nın Vatikan'da görevi teslim alırken yapacağı konuşmaya hazırlanmasını izledik. Peki, bu kesitte ne görüyoruz? Bu kareyi çarpıcı yapan nedir? Bu karede Papa gibi bir figürün yüzyılları aşan bir geleneğin ve bu klasik mimarinin görüntülerinin arkasına popüler ''ben çok seksiyim ve bunu biliyorum'' şarkısının konmasıyla ortaya çıkan bir tezatlık mevcut. Papa ilahi konumundan indirilmiş ve herkes gibi ayakkabı seçen, giyinen bir karakter haline gelmiş. Ben bundan yüz yıl önce düşünülemeyecek, düşünülse dahi dile gelmesinin kişiye pahalıya patlayacağı bir sahne gördüğümüzü düşünüyorum.

Lacanyen alana aşina olanlar Büyük Ötekinin ve otoritenin toplumda konumunun değiştiğini sürekli olarak duyuyorlardır. Ya da başka bir deyişle simgesel düzlemin de değiştiğini duyuyorsunuzdur. Bu izlediğimizde bu çizgide ilerleyen bir kare aslında.

Bu, bize ailelerimizin dediği bir cümleyi düşündürtür : ''nerede o eski bayramlar...'' Psikanalitik alanda büyük Ötekinin niteliklerinin değişimini bu cümledeki gibi özlem duygusuyla dile getirmiyoruz elbette, bu bir tespittir. Artık toplumların büyük bir çoğunluğunda ebeveynlik ve toplumun yönetilişi geçtiğimiz yüzyıllardan farklı olduğuna dair bir tespittir. Daha da doğru bir şekilde dile getirmek gerekirse her dönemin kendisine has bir otorite ve büyük Öteki ile ilişkisi vardır. Klinisyen olarak bize düşense kendi dönemimizde bu ilişkinin nasıl şekil aldığını ve belirtileri nasıl etkilediğini görmek olacaktır.

Freud, metinlerinde otoriteyi ele almaya ilkel kabilelerin yani totem ve tabunun baba figürüyle başlar ve ödip mitinde babanın konumunu ele almakla devam eder. Ve bu babasal konumun ruhsallığımızı yapılandırışını her vakasında, her fırsatta vurgular. Bundan da ileriye giderek baba figürlerinin varyasyonlarını klinikte nasıl duyabileceğimizi bütün bir öğretisi boyunca bize gösterir.

Az önce ele aldığımız iki klasik büyük Freud vakasını ele alalım : Fare adam ve Schreber. İkisinin de baba figürüne rahatlıkla değinebileceğimiz kadar bilgiye güncel olarak sahibiz.

Öncelikle Schreber'in babasına değinelim : 1808 doğumlu Moritz Schreber döneminin büyük pedagogları arasındaydı. Çocukları terbiye etmek için aletler icat etti ve bunları çocukları üzerinde kullandı. O dönemle, dönemimizin pedagoji anlayışı arasındaki farkı görmeniz için bir kaç resim paylaşacağım.

Çocuğun çenesini kapamak için geliştirmiş olduğu alet :

Moritz Schreber'in İcatları

Çocuğu otururken dik otursun kımıldamasın diye geliştirdiği alet :

Moritz Schreber'in İcatları

Çocuğun uyurken elleri sağında solunda gezmesin diye geliştirmiş olduğu alet :

Moritz Schreber'in İcatları

Pedagoji ya da ebeveynlik dediğimizde bizden ne kadar farklı bir dönemde olduğumuzu daha açık sözle ifade etmem mümkün olmayabileceğinden sözü resimlere bıraktım. Yanlış anlaşılmasın bugün de bu tip ceza araçları icat eden veya çocuğunu ıslah etmeye çalışan babalar elbette vardır. Fakat bu babanın şiddeti ve deliliğinin kitap olarak basılıp, uygulanan ve herkese mantıklı gözüken bir eğitim sistemine dönüşmesini 21. yüzyılda beklemeyiz.

Günümüz pedagogları eşitlik, otoritesizlik, kararları çocuğun alması gibi nitelikleri ön plana koymakta; çocuk bir hata yaptıysa sakince düşünce köşesine yollanmakta ve bundan sonra kendisiyle neden o köşeye yollandığı konuşulmaktadır.

Schreber'in babasının icatları ve tüm ailede çocukların sonunun psikoz olması etrafında Lacan da durmuş ve 3. semineri süresince babanın işlevi konusunu işlemiştir. Bu çalışmasından hepimizin bildiği babanın adı kavramı doğar.

Fare adama gelince : Fare adam ilk seanstan itibaren 6 yaşından hatırladığı cinsel içerikli bir sahneyi seansta dile getirir ve bu sahneyi ve düşüncelerini herkesin bilmesine dair olan kaygılarını, annesine ve evdeki bakıcıya dair olan arzularını açıkça dile getirir. Aynı zamanda da en bilinen belirtisi sevdiği kişiye ve babasına dair olan takıntılı ölüm düşüncesidir. Onların geçeceği bir yolda olan taşı kaldırır ve koyar ve tüm gün aklında yolda onların takılıp düşebileceği bu taş ve onların düşme ihtimali vardır. Freud bunları analizi boyunca babaya karşı olan çiftedeğerlillik çatışması ve ödipal karmaşa etrafında yorumlar. Oysa ki babası yıllar önce vefaat etmiştir. Bu bilgi bizim dikkatimizi aynı zamanda hasta için baba figürün nasıl temsil edildiğinin önemine de dikkatimizi çeker.

İkisinin de çok baskın, katı ve korkulan baba figürleri ön plandadır. Bu klinik örüntüleri ödipal bir düzlemde okumamız mümkündür ve fare adam vakasında da olduğu gibi bir nevroz vakasında ödipal yorumlar kısa sürede klinik anlamda terapötik bir sonuç elde edilmesini sağlamıştır.

Güncel olarak psikanalizde simgesel alanın dönüşümü ve de Lacan'ın kliniğinde son dönemlerinde ortaya koyduğu gibi babanın adlarının çoğalması ele alınmaktadır. Sembolik düzlem 20. yüzyılda olanla artık aynı değildir, ne savaşlar, ne eğitim, ne yönetim, ne aileler aynı şekilde değildirler.

Bu patolojilerin de şekil değiştirmesine sebep olmuştur. Eski dönemin psikanalizi doğuran somatizasyonları ile bilenen histeri vakalarının yerini, eskiden hiç adı geçmeyen anoreksi vakaları almıştır. Avrupa'da hastanelerde Schreber gibi vakalarda büyük bir azalma gözükmektedir. Neden diye sorulduğunda ise psikanalistler olarak ''sert ve otoriter bir papa figürü, bir napoleon yok ki papa olduğunu napoleon olduğunu düşünen olsun'' diyerek cevap verebiliriz. Bunun yerine artık sıradan psikoz olarak adlandırılan patoloji daha yaygındır.

Gerçekten de en son papanın konuşmalarına baktığımızda eşcinsel evliliklerinden, doğum kontrolüne; tanrı'ya inançtan ibadete kadar ne kadar esnek bir duruşu olduğunu görürüz. Biliyorsunuz son olarak kendisiyle yapılan röportajlar kitap olarak çıktı ve Papa kendisinin kafasının çok karıştığını, tanrıya inancının sarıldığını ve bundan ötürü psikanalize gittiğini dile getirdi. 100 yıl önce bu sahne düşünülemezdi, düşünülse dahi dile gelemezdi derken kast ettiğim tam olarak bu. Onun konuşmasında da olduğu gibi aileler de ödipal düzlemde ele alınan anne-baba-çocuk üçlemesinden uzaklaşmaktadır. Fransa'da famille recompose diye adlandırılan yani yeniden yapılanan aileler sürekli olarak artmaktadır. Başka bir deyişle eski büyük kilise ve devlet adamı figürlerinin yerini toplumun içerisinde farklı bir söylem ve bağ şekli almıştır. Bu kliniği de, analizi de, analistin formasyonunu da doğal olarak etkiler.

Buradan itibaren okuduğumuzda Lacanyen alanda otantik otorite fikri doğmuştur. Bu hem psikanalistin eğitimine dair bir kavramdır, hem de analizdeki sorumluluğuna dair. Lacan, analisti "yalnızca kendisine izin veren ve birkaç diğer kişinin izniyle hareket eden" olarak ortaya koyduğu andan itibaren psikanaliz ekolleri içerisinde de otoritenin konumuna ve analitik yoruma dair bir değişiklik getirmiştir.

Toparlamam gerekirse konuşmamızı kavramların yıllar içerisinde nasıl evrildiğini gösteren Lacan'ı Anlamak kitabının ilk iki ünitesi etrafında klinik deneyimi düşünmeye odakladık. Bilinçdışı tanımı ve analizde nasıl ortaya çıktığını ele alarak başladık. Bu bilinçdışı tanımı Freudyen bir bilinçdışıdır ve aktarımsal bir billinçdışı olarak tanımlayabiliriz. Bizim bu oturumda ele aldığımız diğer kavramlar ise Büyük Öteki ve öznedir. Bu Büyük Öteki kavramınınsa hem tanımı Lacan'ın kuramında hem de niteliği genel olarak toplumsal seviyede değişmiştir.

Bu noktada psikanalizde yorum kalitesi aktarımsal ve ödipal olmakla beraber gördüğümüz gibi Lacan'ın kuramı bu döneme ve lacanyen analiz pratiği bu söyleme indirgenemez. Öğretiminin ileri yıllarında Lacan babanın adlarını çoğullaşmasından sonra bir de gerçek bilinçdışından bahseder. Bu durumda ödipal bir yorumdan ve freudyen bir otorite figüründen öte güncel lacanyen kliniğin nasıl işlediği sorusu doğar?

Diğer Yazılar
Arşiv
Konular
bottom of page