Psikanalizde Belirti & Analitik Belirti Kavramlarına Bir Giriş
a) Semiyoloji nedir?
Psikanalizin özelliğine değinebilmek için bilim dallarını birbirinden ayıranın ne olduğu ile konuya basit ve sade bir giriş yapmak istiyorum. Her bilimin bir nesnesi vardır ve bilimsel söylem bu nesnenin bir kuramla ele alınmasıyla oluşur. Misal psikoloji alanında gözün beyazının sararmış olması bir belirti olmamakla beraber kişinin bir konudan diğerine atlaması ''çağrışımlarda gevşeklik'' olarak psikiyatr ya da psikoloğu tarafından not edilir ve psikopatolojik olarak öznelliği dahilinde incelenilebilir. Oysa ki bir doktor olsak hastanın gözlerin içinin sarı olması durumunda kişinin kan değerlerinin kontrol edilmesini talep ederdik. Görüyoruz ki bu basit örnekte dahi neyi ele aldığımız farklılaşmaktadır. Bu farklılığın sebebi çok basit bir şekilde bu sarılığın ruhsal kaynaklı değil, karaciğer tarafından vücuttan atılan bilirubin maddesinin vücutta birikmesi sonucunda ortaya çıkabilen bir durum olmasından kaynaklıdır. Bu durumda hastalığın kökenine dair olan hipotezimiz ve bulgularımız onun hangi bilim alanında çalışılacağını da etkiliyordur. Bu demek oluyor ki her bilim dalı kendi nesnesini ve bu nesnede tanı koyabilmek (tanımlayabilmek) ya da bu nesneyi inceleyebilmek adına hangi işaretlere baktığını belirtiyor yani alanının sınırlarını çiziyordur. Bu bağlamda alanı fark etmeksizin semioloji (işaret bilimi) teoriktir yani alanın sınırlarının belirlendiği bir kurama dayanır diyebiliriz.
Psikoloji ve psikiyatri dallarının alanıysa özetle öznellik, ruhsal acı, davranışsal ve bilişsel süreçlerdir diyebiliriz. Psikolojinin ve hatta farklı terapi okullarına dönüşen klinik psikolojinin her alt dalının da kendine ait üzerinde çalıştığı farklı nesneler vardır. Bir örnek vermek gerekirse çok kaba bir özetle Jung'un kurduğu analitik psikolojinin temel nesnesi kollektif bilinçdışıyken, şema terapisi kuramında şemalar ve modları ele alınıyor, bilişsel davranışçı ekoldeyse düşünce-duygu-davranış üçlüsünün ilişkisine değiniliyordur. Gördüğümüz gibi ruhsal acı bu üç alanın temel araştırma alanı olmakla beraber, bu alana olan yaklaşım ve üzerilerinde çalıştıkları nesneler kuramlardan ötürü farklılaşıyordur.
Psikiyatrist tıp fakültesi mezunu bir doktor olduğu için temel aracı ilaçlardır, psikolog ise fen edebiyat fakültesi mezunu olduğu için temel aracı söz alanıdır diyebiliriz. Daha açmak gerekirse tıp doğal olarak alanının tanımı gereği belirtiyi bir işleyişin bozukluğunun işareti olarak ele alır ve onu iyileştirip, bireyin acısını azaltıp işlevsel hale getirmeyi hedefler. Aynen diğer tüm fiziksel hastalıklarla olduğu gibi bunu da ilaç, elektroşok vb tedavi yöntemleriyle yapmayı ön görür. Bu şekilde acının azalması, bireyin iyileşmesi ve normal işleyişe geri dönmesi beklenir. Şunu söylemek yanlış olmayacaktır: genel tıpta kullanımıyla belirti işaretin eş anlamlısıdır ve bu işaret ''yolunda gitmeyen bir işleyişi ve bir hastalığı işaret ediyordur''. Bu bizi tıptaki semiyoloji yani işaret bilimine götürür. Oysa ki bizim ele almak istediğimiz belirti -semptom acaba ilk anlamıyla veya psikanalizdeki anlamıyla buna indirgenebilir midir?
b) Psikanalizin nesnesi : Bireysel bilinçdışı ve üretimleri
Psikanalizde belirti yukarıda belirttiğimiz statüde değildir ve aynı şekilde tanımlanamaz. Temelde bir doktor olan Freud da en başlarda belirtiye benzer bir şekilde yaklaşmıştır. Sonuçta analizanları/hastaları kliniğe, bir doktor görmeye getiren onların şikayetçi oldukları bedenlerinde ifade bulan acıları yani belirtileridir. Tüm doktorlar gibi Freud da bunu iyileştirmekle yükümlüdür. Fakat bu yolda ilerlerken araştırmaları onu belirtiyi ortadan kaldırma çabasından daha ileriye taşımıştır.
Belirtiyi anlamaya çalışırken Freud bilinçdışını keşfetmiştir. Kendisi 1900 senesinde elbette bilinçdışına giden en asil yolun rüyalar olduğunu dile getirir fakat rüyaları dinliyor olma sebebi karşısındaki kişinin yani hastasının bir belirtiden ötürü kliniğine başvurması ve onun ruhsal süreçlerini bir bütün olarak ele alıyor olmasıdır. Yani Freud'u rüya dinlemeye götüren de belirtilerdir demek yanlış olmayacaktır. Belirti de bu bağlamda Freud için aynen rüya gibi deşifre edilmeyi bekleyen, anlamlı ve tekrar eden bir zevk fazlasına işaret etmektedir. Özetle Freud bir doktor olarak yolunda ilk olarak belirtinin bir anlamı olduğunu ve bu anlamın kişinin bilinçdışında gizli olduğunu ortaya koyar.
Bu durumda psikanalizin nesnesini bireysel bilinçdışı ve bu bilinçdışının üretimleri olarak tanımlayabiliriz. Bu üretimleri sıralayacak olursak : düşler, gündüz düşleri, sakar eylemler, unutmalar ve belirtiyi ortaya koyarız. Bu bilinçdışının üretimleri bastırılmışın geri dönüşüdür. Bu bağlamda bastırılmış olan ve bir belirti ile de açığa çıkan kişinin öyküsünde tekrar edeni yani bastırılmışın geri dönüşünü klinikte aynı madalyonun farklı yüzleri olarak görebiliriz. Belirti bu kesişimde nasıl görülebilir ve nasıl okunabilir? Belirtiyi ele alışımız başka bir kuramdan ve özellikle psikiyatriden nasıl farklılaşıyordur?
c) Psikanalizde belirti
İlginç bir şekilde semptom kelimesini beşeri bilimlere sokan kişi bir doktor değil bir düşünürdür ve Karl Marx'tır. Jean Pierre Klotz, Karl Marx'ın, beşeri bilimlerde ''olgu'' olarak adlandırılabilecek ve dolayısıyla yorumlanabilecek nesnelerin neler olduğunu ararken bunlara semptom yani belirti adını vermiş olduğuna dikkatimizi çeker ve yorumunu şu şekilde tamamlar ''onun semptom diye adlandırdığı, sadece işaret eden, bir işaret olan değildir, aynı zamanda anlamı olan bir şey fikri de vardır.1'' Tam da bu tanımdan yola çıkarak psikiyatri ve psikanaliz alanında belirtinin farklılaşmasına Freud'un Nevrozlar eserinden uzunca bir kesidi okuyarak başlamak isterim :
''Hezeyanlara, ailelerinde buna benzer ya da diğer psikolojik bozuklukların sıklıkla görüldüğü kişilerde rastlanır. Başka bir deyişle, kendisinde bir hezeyan oluşan kadın, soyaçekimsel bakımdan zaten buna yatkın biridir. Kuşkusuz yadsınacak bir görüş değildir bu; ama bizim psikiyatristten bilmek istediklerimizin hepsi bu kadarcık mıdır? Söz konusu hastalığın ortaya çıkmasına yol açan tek neden bu mudur? Bir başkası değil de bir kıskançlık heyecanı ortaya çıkmışsa, bunun önemsiz, rastgele ortaya çıkmış, açıklanamaz bir şey olduğu görüşüyle yetinebilir miyiz? Sonra, kalıtsal etkenin hezeyanın ortaya çıkmasında başlıca rolü oynadığı görüşünden yola koyularak, ilgili görüşü tersinden yorumlayıp, daha önce kadının hangi olayları yaşadığının bir önem taşımadığı, günün birinde nasılsa onun böyle bir hezeyana kapılacağı şeklinde de anlayabilir miyiz? Psikiyatri biliminin bizlere sunacağı açıklamaların neden bu kadarla sınırlı kaldığını bilmek isteyeceksinizdir...2 Psikiyatrist, böyle bir vakanın açıklığa kavuşturulmasında bizi bundan ileriye götürecek bir yol bilmez çünkü. İstese de hastanın hastalığına teşhis koymaktan ve o zengin deneyime karşın hastalığın ileride nasıl gelişeceğine ilişkin kesinlikten uzak bir progrozda bulunmaktan öteye gidemez. Peki, psikanaliz bu konuda daha mı fazla bilgi sunar bizlere? Evet, sunar; bu kadar güç yaklaşım sağlanabilen bir vakanın üzerindeki örtüyü psikanalizin kaldırabileceğini, bunun vakanın anlaşılmasına olanak sağlayacağını sizlere kanıtlayabileceğimi umuyorum''
Psikiyatri ve semiyoloji bilimleri bize ortaya çıkan belirtinin niteliğine dair çok bir şey söylemez. Klinik örüntünün neye benzediğini tanımlayan bir aşamada kalır. Bu zaten meslek tanımları gereği olması gerekendir. Freud'un yaklaşık olarak 100 yıl önce psikiyatri üzerine yazdığının bugün ne aşamada olduğunu görmek için Amerika Psikiyatri Derneğinin şizofreni üzerine açtığı sayfadan alıntılıyorum : ''Şizofreni toplumun yüzde birini etkileyen kronik bir beyin hastalığıdır. Aktif olduğu dönemlerde belirtiler hezeyan, halüsinasyon, düşünce bozuklukları ve motivasyon eksikliği olarak şekillenebilir. Bu belirtiler tedavi edildiğinde bir çok şizofrenin durumu iyileşecektir. Şizofreninin tedavisi (kesin) olmasa dahi daha güvenli tedavi yöntemleri üzerinde arsaştırmalar vardır. Uzmanlar hastalığın genetik ve davranış üzerine ileri tekniklerle beyin işleyişi ve yapısını inceleyen araştırmalar yaparak sebeplerini aramaktadırlar.''
Gördüğümüz gibi psikiyatri alanına yönelttiği Freud'un yüz yıl önce sorduğu sorular bu alanda hala güncelliğini korumaktadır ve sorulabilirdirler. Ve hala klinik psikoloğa yeterli gözükmemektedirler. Bundan ötürü klinik psikologlar olarak bir psikopatolojik okumaya yani hastalığın, tutkuların, belirtilerin, duyguların kökenine, işleyişine dair açıklamalar içeren bir kuramlar bütününe yönelmek durumunda kalırız.
Biz de bu seminer boyunca psikanalitik psikopatoloji ve kliniği gözeterek Freud'u bütün bir eseri boyunca takip eden bu anlama ve açıklama çabasından yola çıkacağız. Biz de ele alacağımız konularda küçük aydınlanmalar yaratmayı ve ruhsal alanda doğan belirtilerin anlamına dair birlikte düşünebilmeyi hedefliyoruz.
Bu alıntıladığım metinde Freud, kısa bir süre boyunca gördüğü bir danışanının öyküsünü aktarmaktadır. Bu kadın, kocasının onu aldattığını iddia eden sahte bir mektup almıştır. Bu mektubu yollayanın kim olduğu ve asılsız olduğu ortaya çıktıktan sonra danışan depresif belirtiler göstermiş ve kıskançlık hezeyanı geliştirmiştir. Onunla olan analizinin sonucunda yukarda sorduğu sorulara şu cevapları vermiştir :
''Birincisi, hezeyanın bundan böyle bizler için saçma ve anlaşılmaz bir şey olmaktan çıktığını söyleyebiliriz; anlamlı bir nitelik taşıyan hezeyan sağlam nedenlere dayanmakta, hastadaki duygu yüklü bir yaşantıyla ilgili bulunmaktadır.
İkincisi: hezeyan, kendisi bilincinde olmaksızın kadının ruhunda varlığını sürdürüp... başka olaylara karşı gösterilen kaçınılmaz tepkidir: kadın tarafından arzu edilen bir şeydir. Üçüncüsü: hastalığın arka planındaki yaşantı, ortaya başkaları dururken bir kıskançlık hezeyanın çıkmasını belirleyen etken rolü oynamıştır.3''
Burada Freud psikanalitik bakış açısıyla belirtiye dair üç farklı şey ortaya koyar :
Belirtinin bir anlamı vardır.
Belirtinin anlamı analizanının geçmiş yaşantıları ve bilinçdışı arzularıyla ilgilidir.
Ekonomik bakış açısıyla danışanın belirtiden bilinçdışı bir kazancı vardır.
Metnin devamını incelediğimizde de kadının kendisinin başkasına duyduğu romantik duyguları kocasına yansıttığını ele alışına tanık oluruz. Bu durumda yukarıdaki listeye bir madde daha eklenir :
• Belirtinin ortaya çıkışı belirli mekanizmaları takip eder. Açık bir şekilde söylemek gerekirse belirti bastırılmışın geri dönüşüdür. Bu vaka özelinde hezeyanının kendi bastırdığı aşk ve tutku duygularının yansıtmalı olarak bilince geri dönmesi ile oluşmuştur.
Psikanalize göre belirti her zaman patolojik değildir. Tartışma bölümünde ele alacağımız
vaka bunu daha net görmenizi sağlayacaktır ama şimdiden net bir şekilde belirtmek gerekirse belirtinin bir işlevi vardır diyebiliriz. Ve bazen bu işlev tam olarak da patolojiyi örtmektir : psikozu ya da melankoliyi örten alkol ya da madde bağımlılığı, Van Gogh'da resim tarzının uzun süre patolojiyi örtmesi gibi. Bu bağlamda belirti hastalığın işareti olmaktan öte patolojik bir işleyişin meydana çıkan gözüken kısmıdır diyebiliriz. Tam olarak da bundan ötürü belirtiyi, Freud kuramının ilk yıllarından itibaren bir patolojinin en son aşaması ve bir ruhsal çatışmanın uzlaşısı, ''orta yol bulma'' çabası olarak tanımlamıştır :
'' Kronolojik olarak, belirtinin oluşumunun birinici motifi libidodur. Belirtiyse aynen rüya gibi bir isteğin gerçekleşmesidir'' der.
'' Rüyada bastırılmış düşüncenin gerçekleşmesi olması yeterlidir ve tabii ki gerçeklikle arasında mesafe vardır. Fakat belirti, günlük hayattadır ve başka bir şey daha olmalıdır, o da bastıran düşüncenin bir isteğin gerçekleşmesi olmalıdır. Bir belirti bastırılmış düşünce ile bastıran düşünce bir isteğin gerçekleşmesi için bir araya geldiğinde meydana çıkıyor olmalıdır.''
Belirti bu bağlamda bir çatışmanın uzlaşısıdır derken tam olarak şunu kastetmekteyiz. Belirti bir taraftan itkisel bir süreci tatmin ediyordur, ve aynı zamanda da bu itkiye karşı bir baş kaldırı, bir savunmadır. Bu öznenin neden semptomuna bağlı olduğunu ve semptomu bırakmanın neden zor olduğunu bize izah eder.
Bundan ötürü semptomu hızla sildiğinizde klinikte ani çöküşler ya da yer değiştirme mekanizması ile başka belirtiler karşımıza çıkmaktadır. Bu seminer süresince farklı patolojiler için bu mekanizmalara ve süreçlere değinmeyi bir giriş yapmayı hedeflemekteyiz.
Buraya kadar söylediklerimizi şu şekilde özetlemek mümkün olacaktır : Freud'a ve psikanalize göre psikolojik belirti statüsünde inceleyebileceğimiz üreti insan türü için doğal yani sadece biyolojik bir süreci işaret etmez, aksine karmaşık ve kültürel ve konuşan bir varlık olan insanın dilinin bedeni ve ruhsallığı üzerindeki etkisidir.
d) Analitik belirti
Belirtinin adresi olan psikanalistin belirtinin parçası olarak görülmesi : Analitik belirti kavramı Psikanalizde belirtiyi psikiyatride kullanılan tanımından ayıran en önemli özelliği de psikanalistin varlığıdır. Bu noktada ilk örneğimize geri dönmek isterim. Görüyoruz ki klasik tıpta belirti görünebilirdir. Gözün sarı olması, bademciklerin mikrop kaplı olması, kan değerlerinin farklılaşması gibi. Fakat psikiyatri kliniğini ve psikanalitik kliniği ayıran özelliklerden biri de belirtilerin bir kısmının sadece söz alanında ortaya çıkmasıdır. Aynen histeri vakalarında olduğu gibi fiziksel muayenede organda işlevsel ve yapısal bir bozukluk görünmemekle beraber, kişi felçten ya da körlükten acı çektiğini dile getirmekte ve uzluvlarını kullanamamaktadır. Aynı şekilde tüm ele aldığımız bilinçdışı üretimler (düş, sakar eylem, unutma..) görsel alanın değil kişinin anlatısının parçalarıdır. Psikanalist düşü görmüyor, dinliyordur. Bu durumda belirtinin de çoğunlukla seansta görünür olmanın ötesinde talep şeklinde ortaya çıktığını belirtebiliriz. Terapinin en başında danışanın klinisyenden talep ettikleriyle belirti belirginleşir. Analist kişinin söyleminde tekrar edeni işaret eder yani bilinçdışını duyan ve işaret eden, anlam kazanmasına yardımcı olan olarak kişinin geldiğinde henüz farkında olmadığı bir sürece dikkat çekiyordur. Bu durumda belirti, analistin kişiliği üzerine olan bir aktarımla analisti de kendisine dahil eden, anlam ve rahatlama arayan bir
söz statüsünü alır.
Başka bir deyişle psikanalizde belirti sadece tanı koymaya yarayan bir işaret olarak değil,
klinikte psikanalistle ilişki içerisinde de tekrar eden ve psikanaliste adresli bir bilinçdışı üretimi statüsündedir. Yani belirti bize göre onu dinleyen klinisyen ve analist tarafından tamamlanıyor, anlamlanıyordur.
Jean-Pierre Klotz bu bağlamda bir söyleşisinde psikanalistin, psikiyatristin aksine belirtiyi nasıl tedavi ederiz, nasıl yok ederiz diye sormadığına dikkat çeker ve nasıl belirtiden faydalanırız ve belirti bizden nasıl faydalanır diye sorar.
Başka bir şekilde ele almak gerekirse psikanalitik bir kürden bahsedebilmemiz için psikanalist görmeye gelmiş olan bireyin bir belirtisi olması yeterli değildir. Bu belirti aynı zamanda kendisini bir sorgulamaya da itiyor olmalıdır. Bunu sadece bir hastalığın işareti olarak değil, yabancı, garip, anlamı olması gereken, anlamlandıramadığı bir şey olarak görmeli ve buna dair soruları da olmalıdır. Çünkü tam olarak da bu anlamı arayış içerisinde analizan psikanaliste bildiği varsayılan özne olma konumunu veriyor yani simgesel aktarımı kuruyordur ve belirtisinin anlamını onla olan bu yolunda beraber keşfedebileceklerdir.
Bu bağlamda kişi sadece belirtinin ortadan kalkmasını hedeflemiyordur analiste gelerek aynı zamanda kendi hakkında da bir şey öğrenmeyi hedefliyordur. Bu bilginin açığa çıkması bastırılmışın üzerindeki perdenin kalkması ile olacaktır.
Dipnotlar :
1 http://pontfreudien.org/content/jean-pierre-klotz-comment-se-sert-du-sympt%C3%B4me-dans-la-psychanalyse
2 Freud S., Psikanalize giriş, Nevrozlar, Say, Ankara, 2013, s. : 19
3 Freud S., Psikanalize giriş, Nevrozlar, Say, Ankara, 2013, s. : 22.