top of page

Dil ve Aşk ilişkisi Üzerine - Başkalarının Hayatı Film Okuması

Aşk gibi bir tutkunun varlığı bizim dilimizi, kendimizi ifade edişimizi, dünyadaki duruşumuzu yani öznelliğimizi nasıl etkiler?

İnsanlık tarihinin elimize ulaşmış ilk yazılı eserlerinde yani Sümer tabletlerinde dahi aşk hakkında yazılara rastlanmaktadır. Yazı keşfedildiği andan itibaren aşk üzerine de yazılmaya başlanmıştır. Edebiyat tarihi de aşk romanlarıyla doludur. Güncel olaraksa her gün yazılmakta olan binlerce mesaj, aşk şiiri ve

roman mevcuttur. Bu durumda aşkın kişiyi konuşmaya, kendini ifade etmeye, yazmaya, bağ kurmaya,

yaratmaya iten bir tutku olduğunu söyleyebiliriz. Bu, aşk ve dil arasında çok sıkı bir bağ

olduğu anlamına gelmektedir.

Bu yazıda aşkın dönüştürücü etkisini ele almak adına alman yazar ve yönetmen Florian Henckel von Donnersmarck'in Das Leben Der Anderen adlı dilimize Başkalarının Hayatı olarak çevrilmiş filmindeki Wiesler karakterini ele alacağız. Onun dili ve karşılaştığı, dinlediği kadının aşkının bu dili dönüştürmesini anlamaya çalışacağız. Bu, bize aşkın nasıl dönüştürücü bir etkisi olduğunu görmemizde yardımcı olacaktır.

Bunun için öncelikli olarak kendi diyaloglarını hatırlayarak başlayalım :

– ''Girin, oturun, eller kalçanın altına ve avuç içleri yere bakacak. Bize söyleyecek neyiniz var? ''

Cümleler gördüğümüz gibi birer emirden ibaret ama acaba bu emirler kime yönelik? Bunu görmek için konuşmayı dinlemeye devam etmemiz gerekmekte:

-''Hiçbir şey yapmadım, hiçbir şey bilmiyorum!'' -''Hiçbir şey yapmadınız ve bilmiyorsunuz. Bizim insancıl sistemimiz sizi bir hiç için

mi tutukladı? Hafızanızı zorlayın 227 numaralı tutuklu''

Wiesler gördüğümüz gibi filmin bu aşamasında bir insanla değil bir numarayla konuşmakta ve kendisi de zaten bir numaradan ibarettir : GW xx/7. Herkesten şüpheleniyor onlara kuşkulu gözlerle bakıyordur. Onları tüketene kadar sorguluyor, nasıl tehdit edeceğini, nasıl konuşturacağını çok iyi biliyor, bununla ilgili dersler veriyordur. Onun bu yaptıklarının insanca olmadığı belirtildiğindeyse belirten kişi de hemen şüpheli listesine ekleniyor. Onu da takip etmeye başlıyordur.

Nasıl bir savaş travması yaşadı ve bu yaşadıkları nasıl bir kaygı uyandırdıysa Wiesler'in dünyası güvende ve mutlu olmak adına totaliter rejim ve bu rejimin karşıtları olarak ikiye bölünmüştür. Bunu belirtmek önemlidir çünkü tüm film boyunca Wiesler'in geçmişine dair hiçbir şey öğrenmeyiz. İkiye bölünmüş bu dünya algısı hariç şimdisi olmadığı gibi filmin başında bir geçmişi ve hikayesi de olmayan bir adamdır Wiesler. Orada olması gerektiği şekilde, devletin ona verdiği işlev dahilinde varoluşunu sürdürüyor, sorgulamıyor, okumuyor, dinlemiyor ve düşünmüyordur. Öznelliği işlevine indirgenen birey artık tehdit oluşturmuyor ve güvende oluyordur. İşe gidiyor, geliyor ve dinleniyordur. Dinlenmek belki de kelimenin iki anlamıyladır : kendisinin biraz dinlenme ve kendini evinde rahatlatma, dinlenme anında neredeyse her birey devlet tarafından dinleniyordur.

Bize sıkıcı görünen bu hayatta Wiesler mutlu ve tam gözüküyordur. Bu da bize Lacan'ın ''yalnızca ahmak mutludur'' deyişini çağrıştırır. O devletin içerisinde özgürlüğü özleyen, aşk yaşamak isteyen, okumak, şarkılar söylemek, nefes almak isteyen herkes mutsuzdur ama bu ''kare ve gri adam'' mutlu gözükmektedir. Hayatında kadın yok, mobilya yok, kitap yok, anı yok, dilin sorgulama hariç kullanımı yoktur ve o mutlu ya da en azından mutsuz değildir. Yalnızca ahmak mutludur'la Lacan'ın kast ettiği kişinin canlanmış hali gibidir Wiesler. Kendi tüm varlığını devlet için olan konumuna, işlevine indirgemiş, eksiksiz, tam, sessiz ve mutlu olan biridir o. Özetle bakışının insanlığını yitirmişliğine dilinde de bir yozlaşma eşlik ediyordur. Ta ki Christa'nın Georg'a olan aşkı ve bu aşkın diliyle karşılaşana kadar !

Bir çocuğun ilk sahne düşlemi gibi Georg'un doğumgününden sonraki sevişmeyi dinler, bu sahneye kapılır, bu noktada artık çoktan dönüşmüştür, öznelliği ve arzusu uyanmıştır. Vardiyesini devredeceği arkadaşı tarafından dinlemeye kapılmış olarak yakalanınca işlevinin diline döner ve raporuna not eder :

''Lazlo ve cms hediyeleri açıyorlar ve sonrasında muhtemel cinsel ilişki ''

Arzusunun doğması, bir kadının eksikliğini hissetmesi onu Dr. Fiona Faraci'nin de yazısında ele aldığı bir hayat kadınına ''benimle biraz daha kal'' dediği sahneye kadar götürecektir. Buradan itibaren ''seçmezsen insan değilsin'' cümlesini duymuş biri olarak sadece dinleyen olmaktan öteye geçecek ve bu çiftin hayatlarında aktif bir rol almaya doğru ilerleyecektir. Gözlemlerken projeyi başlatan kişinin devlete değil kendi keyfine de hizmet ettiğini fark etmesi de en dönüştürücü noktalardan biri olmuştur. O artık devletin işlevine indirgenmiş şüphelenen ve sorgulayan kişi olmaktan çıkıp, onların aşkı yaşasın diye çalışacaktır.

  • Georg'a Christa'nın arabadan inişini gösterecek

  • Christa'yla konuşacak

  • Evden bir kitap alıp okuyacak

  • Raporlarını eksik yazacak

  • Daktiloyu saklayacaktır Ve dilinin ne kadar değiştiğini görürüz biz de : ''bir çok kişi sizi seviyor çünkü siz olduğunuz gibisiniz ...'' diyerek kendi duygularını bir kadına açacak ve onun hayatında bir değişiklik olacaktır.

Başka bir deyişe aşk bu adamı devletin bir ajanlığından hizmetkar bir şövalyeye dönüştürmüştür. Sevdiğini ve güzel olanı kurtarmak için Wiesler hayatını ve kariyerini feda eder. Risk almıştır ve aldığı riskin de bedelini öder : yıllarını mektup açarak geçirir.

Bu filmde aşk, cinsellik ve yaşam kültürün ve medeniyetin yok olmasına karşı bir yol olarak durmakta ve insanlığı, insanca olanı kurtarma denemesi olarak karşımıza çıkmaktadır. Gördüğümüz gibi aşkı bu şekilde değerlendirdiğimizde onun tüm indirmeci yaklaşımlarından uzaklaştırırız ve etik meselesini ortaya koyarız.

Aşkın biyolojik ve evrimsel kökeni incelendiğinde türün devam etmesini sağladığı düşünülse dahi tarihi olarak baktığımızda bu çok yeni bir kavramdır. İnsanların üremesi için aşık olmaları gerekliliği 40 seneyi aşan bir kavram olmadığını hatırlatmakta fayda var. Bu yüzyıla kadar insanlar ailelerinin uygun gördükleri kişilerle evlendirililer ve onlarla çocuk yaparlardı.

Bu gündelik hayatımızın gerçeği hariç insanların da sadece erişebildikleri kişiye aik duymadıklarını hatırlamakta fayda vardır: imkansız aşk, ilahi aşk, ya da aşk için can verenleri düşündüğümüzde tüm bu indirgemeci yaklaşımları tekrardan düşünmemizi de sağlayacağını düşünüyorum.

Aşkın içindeki etik meseleyi görmemiz için hayatları incelememiz yeterli olacaktır. Tıp ki bir annenin bebeğine olan sevgisinin ve onla konuşmasının bebeği büyüttüğü, dönüştürdüğü, şekillendirdiği gibi yetişkin yaşta da aşk ve aşkın dili kişiyi olduğu kişiden başka birine dönüştürebilir, içinde olduğunu bilmediği bir dünyayla aynen Wiesler gibi karşılaştırabilir ve dünya ile daha insani bir bağ kurmasını sağlayabilir.

Filmi analiz eden Clotilde Leguil'İn de kitabında dediği gibi ''Aşk, Ötekine doğru açılmaya götüren bir eksiği bize hissettirerek, bizi insan yapandır. Sözü olanaklı kılan yerin ta kendisi olarak aşk, özgürlüğe girişin dilini icat eder ve bunu herhangi bir maldan, mülkten daha kıymetli olanı kurtarmak için bir şeyi yitirme cesaretine sahip olmaya her birimizi davet ederken yapar.''

Sümer tabletlerinde aşka dair daha detaylı bilgi için

Diğer Yazılar
Arşiv
Konular
bottom of page